McKinsey: Mobilite Trendleri Trilyon Dolarlık Bir Dönüşüm Potansiyeline Sahip

McKinsey, dünya çapında araştırmalar gerçekleştiren birimi ‘McKinsey Center for Future Mobility’ ile yeni nesil yolculukların nabzını tutuyor.

  • Otonom sürüş 2030 yılında, yılda 1,6 trilyon Dolar değer yaratma kapasitesine sahip olacak.
  • Bağlanabilirlik teknolojileri bugün sürücülerin %40’ını cezbediyor, 2030’da ise araçların %45’i gelişmiş bağlanabilirlik özellikleriyle donatılacak ve 450 ilâ 750 milyar Dolar değerinde bir ekonomi yaratacak.
  • Bugün araç almayı düşünenlerin %20’si elektrikli araçlara ilgi gösteriyor ve 2020’de dünyada kullanılan elektrikli araç sayısı 3 milyona ulaşacak.

Yönetim danışmanlığı firması McKinsey, endüstrideki 4 temel trend kapsamında otomotivin geleceğine dair öngörülerini ve araştırma sonuçlarını paylaştı. McKinsey danışmanlarına göre; otonom sürüş, bağlanabilirlik, elektrifikasyon ve araç paylaşımındaki gelişmeler, sadece otomotivde değil, sigortacılık, hizmet sektörü ve kamu gibi pek çok alanda köklü bir değişim yaratacak.

Yılda 1,6 trilyon Dolar potansiyel taşıyan otonom sürüş, mobilite deneyimini baştan yaratacak

Bugün neredeyse tüm otomotiv üreticileri, araçların çok az ya da hiç sürücü müdahalesi olmadan yol alabilmelerine olanak tanıyan otonom sürüş projeleri yürütüyor. İnsanları yeni nesil yolculuk deneyimiyle buluşturması beklenen bu teknolojinin potansiyel büyüklüğünü gözler önüne sermek üzere ‘McKinsey Center for Future Mobility’, uluslararası çapta bir araştırma gerçekleştirdi. Çalışma kapsamında farklı teknolojik ve ekonomik koşullarda, şehir içi ve otoyol şartlarında 40’tan fazla araç kullanımı senaryosu modellendi. Buna göre; 2030 yılında otonom araçlar, küresel ölçekte yıllık 1,6 trilyon Dolar değer yaratacak potansiyele sahip olacak. Bu, Ford, General Motors, Toyota ve Volkswagen’in 2017 yılı cirolarının 2 katına eşdeğer bir ekonomik kazanca işaret ediyor.

Yaratılacak değerin neredeyse üçte biri, artık ihtiyaç duyulmayacak park alanlarının ticari alanlara ya da konutlara dönüştürülmesinden elde edilecek. %15’i çalışanların her gün iş için yaptıkları yolculukların verimli hale gelmesinden elde edilecek. Yaklaşık 4 milyar Dolar’ı ise çevresel zararın engellenmesinden kazanılacak.

En önemlisi ise bu değerin yarısından fazlası, insan hatalarından kaynaklanan milyonlarca kazanın önlenmesiyle sağlanacak. Örneğin, 2040 yılında, Almanya’da otonom araçların önleyeceği kazalar sayesinde sadece hastane ve medikal hizmetlerden 1,2 milyar Euro tasarruf edilebileceği hesaplandı.

Dolayısıyla otonom araçlar insan hayatına, çevreye ve ekonomiye güçlü bir değer sunma potansiyeline sahip. Bununla birlikte endüstri liderleri ve karar vericilerin bir dizi olası probleme karşı da önlem almaları ve yeni nesil yöntemler geliştirmeleri gerekecek.

Otonom sürüşle birlikte azalan risklerden dolayı sigortacılık sektörü daralma yaşayabilir, otomobille olan ilişki değişeceği için alkollü araç kullanma cezası tarih olabilir ve bunun yerine yeni bir yasal çerçeve belirlenmesi gerekebilir. Ayrıca otonom araçlara olan ilgi üretimden kaynaklı enerji tüketimini artırabilir ve kamunun araç vergileri ve plaka ücretleri gibi gelir kaynakları çarpıcı bir şekilde azalabilir.  

2030’da 750 milyar Dolar’a varan bir değer yaratması beklenen bağlantılı araçlar mobiliteye turbo güç katacak

Bağlanabilirlik trendi otomobillere olağanüstü bir güç ve potansiyel kazandırıyor. Bağlantılı araçlar bir yandan kullanıcıların yolculuk deneyimlerini zenginleştirirken bir yandan da yeni hizmet alanlarının ve iş modellerinin gelişmesine olanak veriyor.  Bağlanabilirlik sayesinde elde edilen bilgi ağı, sürücüler, otomobil üreticileri ve yenilikçi hizmet sağlayıcılar için değer taşıyor. Yapay zeka ve sezgisel ara yüzlerin de kullanımıyla otomobiller, bilgiyi zengin bir deneyime, verimli bir yolculuğa ve kârlı bir işe dönüştürmeye hazırlanıyor.

Bugün pek çok üretici ve hizmet sağlayıcı araçlardan elde ettikleri veriyi otomobilleri ve servisleri geliştirmek için kullanıyor. Bunun bir adım ötesinde ise farklı servis sağlayıcıların bu ağa katılması bulunuyor. Örneğin; bir restoran menülerini araç içi sistemlerle, holografik garson gibi, henüz yoldayken sürücü ve yolcularla paylaşabilir ve sipariş alabilir.

McKinsey’nin yapmış olduğu araştırmalara göre; araç sahipleri bağlantılı otomobillere yoğun ilgi gösteriyor. Sürücülerin %40’ı daha fazla bağlanabilirlik için şu an kullandıkları araç markasını bir başkasıyla değiştirebileceklerini belirtiyor. Ayrıca 2030 yılına dek yeni araçların %45’inin kullanıcılarına özel kontrol, eğlence ve reklam gibi hizmetler sunabilecek seviyede bağlanabilirlik özelliklerine sahip olacağı ve 450-750 milyar Dolar aralığında bir değer yaratabileceği öngörülüyor. İleriki yıllarda ise bağlantılı araçlar canlı diyalog, kişiselleştirilmiş tercihler ve sanal şoför gibi yeni özellikler kazanacak.

Tüm bu potansiyelin gerçek bir değere dönüşmesi ise bu bilgi ağının güvenli bir şekilde yönetilmesiyle mümkün. Bağlantılı araçların gelişmesiyle birlikte sürücülerin bilgilerini ne şekilde paylaşmak istedikleri, kurumların ise bu bilgilerin güvenliğini sağlama konusunda yeni kararlar ve aksiyonlar almaları gerekecek.

Karbonsuz mobilite çözümleri yolda

Hem üretici hem de tüketici tarafında elektrikli araçlara olan ilgi hızlı bir şekilde artıyor. Tasarım ve üretimdeki gelişmeler, elektrikli araçların kârlılığını artırarak teşviklere olan ihtiyacı azaltıyor. Düşük karbon emisyonlu elektrikli araçlar, mobilitenin geleceğinde önemli bir rol oynuyor. Her geçen gün daha fazla kişi daha temiz bir ulaşım aracı olan elektrikli araçlara yöneliyor.

McKinsey, 2020’de elektrikli araçların sayısının dünya çapında 3 milyona ulaşacağını öngörüyor. Otomobil üreticileri bu alanda yılda 120 yeni model geliştirirken, araç almayı düşünenlerin %20’den fazlası elektrikli araçları tercih edebileceğini belirtiyor. Bu oran genç ve şehirli kitlede daha da artıyor.  

Batarya üniteleri maliyet açısından daha verimli hale geldikçe, menzil kapasiteleri ve şarj istasyonlarının sayısı arttıkça elektrikli araçlar, hibrit araçlardan daha fazla tercih edilmeye başlanıyor. Tüketici talepleri ve üretim kapasitelerini ülkeler bazında inceleyen McKinsey Elektrikli Araçlar Endeksi de elektrifikasyonun her geçen gün daha sürdürülebilir ve cazip hale geldiğini gösteriyor. Teşvikler ve regülasyonların da yardımıyla pek çok pazarda elektrikli araç satışları yıllık bazda katlanarak büyüyor. Örneğin; Norveç’te 2014’te %11 olan elektrikli araçların oranı 2018’de %32’ye yükseldi. Çin bir yandan uyguladığı teşvikler ve düzenlemeler bir yandan da düşük ücretli, geniş yelpazede araç seçeneği ile elektrikli araç satışlarında global çapta liderliği üstleniyor. 2017’de ülkedeki elektrikli araç satışları %72 oranında arttı. 

McKinsey 2025-2030 yılları arasında elektrikli araçlar ile konvansiyonel otomobiller arasındaki farkın hızla azalacağını öngörüyor. Bu tahmini destekleyen güçlü göstergeler de mevcut. Örneğin; bugünkü teknoloji trendlerinin devam etmesi durumunda elektrikli araç maliyetlerinin üçte birine denk gelen batarya üretim maliyetleri %50 oranında azalacak. Elektrikli araç  üretim maliyetlerindeki düşüş daha fazla otomobil şirketini ve sürücüleri bu alana çekecek. Bu büyüme, bir anda olmasa da gerekli inovasyonların geliştirilmesi ve iş modeli adaptasyonlarındaki zorlukların aşılmasıyla geçmiş 10 yıla oranla nispeten daha hızlı bir şekilde olacak.

Bununla birlikte elektrikli araçların gittikçe güçlenen bir rakibi de bulunuyor: Hidrojenli araçlar. Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’da ilgi gören hidrojenli araçlar, elektrikli araçlara  kıyasla bazı avantajlara sahip. Örneğin; bu araçlar elektrikli araçlardan yaklaşık 15 kat daha hızlı şarj olabiliyor ve batarya üretimi 10 kat daha az sermaye gerektiriyor. Ayrıca hidrojenli araçlar yenilenebilir enerji kullanımında sadece elektriğe bağımlı olmadığı ve hidrojen doğada daha fazla bulunan bir kaynak olduğu için şarj istasyonları alanında daha fazla esneklik sunuyor. Bununla birlikte mevcut teknolojiyle hidrojen üretmek masraflı olduğu için hidrojenli araçların tercih edilme oranı azalıyor. Sonuç olarak elektrikli araçlar ve hidrojenli araçlar birlikte karbondan arınmış bir gelecek için önem taşıyor.

Türkiye otomotiv sektörü, yeni bir ekosistem inşa ediyor

Otomotiv sektörünü hızla değiştiren trendler ve teknolojilerin Türkiye’yi yeni bir çağın eşiğine taşıdığına değinen McKinsey ortağı Mehmet Başer; “Türkiye bugün dünyanın dev otomotiv şirketlerinin önemli üretim üslerinden biri. Bu sayede üretim, ihracat ve istihdamda ülke ekonomisinde kritik role sahip. Aynı zamanda yeni nesil teknolojiler üretmeye odaklanan kuluçka merkezleri ve teknokentlerde otomotiv endüstrisinin ihtiyacı olan esnek ve inovatif çözümler üzerinde çalışılıyor. Paylaşım ekonomisine yönelik uygulamalar ve platformlar özellikle genç nüfus tarafından her geçen gün daha fazla tercih ediliyor. Türkiye’nin ilk yerli otomobili olarak elektrikli bir SUV tasarlanması da önemli ve güçlü bir hamle.

Otomobil kullanıcıları ise yeni nesil araçlara ilgi gösteriyor. Oransal olarak sayıları az olsa da 2018’de %40’lara varan oranlarda daralan pazarda elektrikli araçlar ve hibrid araçlar büyümeyi sürdürdü. Vergi teşviklerinin katkısı da bu performansta rol oynadı. Aynı zamanda elektrikli araçların yaygınlaşmasını sağlayacak şarj istasyonlarının sayısı da hızla artıyor. Bugün çoğunluğu yerli olan 20’ye yakın şirket Türkiye çapında hizmet veriyor, bu da elektrikli araçların daha fazla tercih edilmesine katkı sağlıyor.

Tüm bunlar Türkiye’yi yeni otomotiv çağına hazırlıyor. Ülkemizin bu dönemde otonom sürüş, bağlanabilirlik ve elektrifikasyon alanında atacağı her adım, hem uluslararası rekabet edebilirliğini ve ekonomisini güçlendirecek hem de bu teknolojilere ilgi ve ihtiyaç duyan otomobil kullanıcılarına hizmet edecek. Bunun gerçekleşebilmesi içinse vergi muafiyeti ve teşvikler konusunda devlet politikalarının şekillenmesi, şirketlerin yeni nesil teknoloji yatırımlarını artırmaları ve insanların da bu teknolojileri geliştirecek, uygulayacak ve kullanacak şekilde kendilerini geliştirmeleri büyük önem taşıyor” şeklinde konuştu.